SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’T-TEFSİR

<< 1714 >>

KEHF SURESİ

وقال مجاهد: { تقرضهم } /17/: تتركهم. { وكان له ثمر} /304/: ذهب وفضة،

Mücahid şöyle demiştir: تقرضهم Takriduhum (Kehf 17) "onları terk eder," وكان له ثمر ve kane leh’i sumur [ifadesinde geçen sumur kelimesi] "altın ve gümüş" anlamına gelir.

 

وقال غيره : جماعة الثمر. {باخع} /6/: مهلك. {أسفا} /6/: ندما. {الكهف} /9/: الفتح في الجبل. {والرقيم} /9/: الكتاب. {مرقوم}         /المطففين: 20/: مكتوب، من الرقم. {ربطنا على قلوبهم} /14/: ألهمناهم صبرا. {لولا أن ربطنا على قلبها} /القصص: 10/. {شططا} /14/: إفراطا. {الوصيد} /18/: الفناء، جمعه: وصائد ووصد. ويقال: الوصيد الباب. {مؤصدة} /البلد: 20/ و /الهمزة: 8/: مطبقة، آصد الباب وأوصد.

Bir diğer müfessir ise "sumur" kelimesinin ثمر semer (meyve) kelimesinin çoğulu olduğunu söylemiştir. باخع Bahıun (Kehf 6) "helak eden," أسفا esefe (Kehf 6) "pişmanlık," كهف kehf (Kehf 10) "dağdaki oyuk," رقيم rakim (Kehf 9) "yazı - yazmak," مرقوم nerkum ise رقم rakm kökünden türemiş olup "yazılmış" anlamına gelir. ربطنا على قلوبهم Rabatna ala kulubihim (Kehf 14) "onlara sabrı ilham et!ik," demektir. [Nitekim şu ayette de bu manada kullanılmıştır: لولا أن ربطنا على قلبها Lev la en rabatna ala kalbiha (Kasas 10) (Kalbine sabır kuvveti vermeseYdik). شططا Şatata (Kehf 14) "aşırı gitmek" anlamına gelir. وصيد vasid, "avlu" demektir. Çoğulu وصائد ووصد vesaid ve  vusud şeklinde gelir. ...........vasit'in "kapı" olduğu da söylenriştir. مؤصدة Mu'sade (Beled 20) "kapatılmış" anlamna gelir. Nitekim آصد asade'l-babe (Kapıyı kapattı) ve أوصد evsade (kapattı) denir.

 

{بعثناهم} /19/: أحييناهم. {أزكى} /19/: أكثر، ويقال: أحل، ويقال: أكثر ريعا. قال ابن عباس: {أكلها}. وقال غيره: {ولم تظلم} /33/: لم تنقص

بعثناهم  Beasnahum (Kehf 19) "onları dirilttik," أزكى ezka (Kehf 19) "daha çok" anlamına gelir. Bu kelimenin "daha hela!" anlamırya geldiği de söylenmiştir. "çok artan" şeklinde de izah edilmiştir. أكلها Uklehe ولم تظلم ve lem tazlim(Kehf 33).  [ifadesindeki lem tazlim] "eksiltmedi" anlamına gelir.

 

وقال سعيد، عن ابن عباس: {الرقيم} اللوح من رصاص، كتب عاملهم أسماءهم، ثم طرحه في خزانته، فضرب الله على آذانهم فناموا.

Said İbn Cübeyr, İbn Abbas'ın şöyle söylediğini nakletmiştir: رقيم Rakim "kurşundan yapılmış levha" demektir. Liderleri onların isimlerini bu levhaya yazmış, sonra da dolabının içine koymuştur. Allah Teala o gençlerin kulaklarını duymaz hale getirmiş. Bu yüzden onlar uykuya dalıp gitmişler.

 

وقال غيره: وألت تئل تنجو، وقال مجاهد: {موئلا} /58/: محرزا. {لا يستطيعون سمعا} /101/: لا يعقلون.

Bir diğer müfessir ise şöyle demiştir: وألت تئل veelet teilu "kurtulur" anlamına gelir. Mücahid şöyle demiştir: موئلا Mev'ila (Kehf 58) "koruacak yer,"  لا يستطيعون سمعا la yestetiune sem'a (Kehf 101) "akletmezıe" anlamına gelir.

 

 

باب: {وكان الإنسان أكثر شيء جدلا} /54/.

1. "TARTIŞMAYA EN ÇOK DÜŞKÜN VARLIK İNSANDIR,''(Kehf 54) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا علي بن عبد الله: حدثنا يعقوب بن إبراهيم بن سعد: حدثنا أبي، عن صالح، عن ابن شهاب قال: أخبرني علي بن حسين: أن حسين ابن علي أخبره، عن علي رضي الله عنه:

 أن رسول الله صلى الله عليه وسلم طرقه وفاطمة، قال: (ألا تصليان).

 

[-4724-] Ali r.a.'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gece onun ve Hz. Fatıma'nın yanına gelmiş ve

 

"Haydi namaz kılın," buyurmuştur.

 

{رجما بالغيب} /22/: لم يستبن. {فرطا} /28/: ندما. {سرادقها} /29/: مثل السرادق، والحجرة التي تطيف بالفساطيط. {يحاوره} /34، 37/: من المحاورة. { لكن هو الله ربي} /38/: أي لكن أنا هو الله ربي، ثم حذف الألف وأدغم إحدى النونين في الأخرى. { وفجرنا خلالهما نهرا} /33/: يقول: بينهما. {زلقا} /40/: لا يثبت فيه قدم. {هنالك الولاية} /44/: مصدر الولي. {عقبا} /44/: عاقبة وعقبى وعقبة واحد، وهي الآخرة. قبلا و {قبلا} /55/: وقبلا: استئنافا. {ليدحضوا} /56/: ليزيلوا، الدحض الزلق

رجما بالغيب Racmen bi'l-ğayb (Kehf 22) "[kendilerine] belli olmadan" demektir. فرطا Furuta (Kehf 28) kelimesinin ise "pişmanlık" olduğu söylenir. سرادقها Suradikuha (Kehf 29) ifadesinde geçen suradig, "geniş toplantı meknlarını çevre[eyen duvar ve bölmelere" benzer. يحاوره Yuhaviruhu (Kehf 34) "karşılıklı konuşmak" kökünden türemiştir. لكن هو الله ربي lakinna huvellahu Rabbi (Kehf 38) [ifadesindeki lakinna'nin aslı] "lakin ene hüvellatıu Rabbi" şeklindedir. Önce elif harfi hazfedilmiş, ardından iki nun birbirine idgam edilmiştir. وفجرنا خلالهما نهرا ve feccerna hilalehuma nehera (Kehf 33) [ayetinde geçen hılalehüme kelimesi] "ikisinin arasında" an!amına gelir. زلقا Zelekan (Kehf 40) "üzerinde ayağın sabit durmadığı yer" demektir. هنالك الولاية Hunalike'l-vilayetu  [ifadesinde geçen vilayet], ولي veliyy kelimesinin rrı'asdarıdır. عقبا Ukuba,  عاقبة وعقبى وعقبة akibet, ukba ve ukbe kelimeleri aynı manaya gelir ve ahiret" anlamını ifade eder. قبلا Kibele (Kehf 55), قبلا kubule ve قبلا  kabale "başlangıç olarak" anlamına gelir. ليدحضوا Li yudhidu (Kehf 56) "izale etmek için" demektir. [Bu fiilin türediği] دحض dehd kelimesi "kaydırmak" anlamına gelir.

 

AÇIKLAMA: Ebu Ubeyde ........ve kane emruhu furuta ayetinde geçen ......furuta kelimesini "zayi etmek ve israf" olarak tefsır etmiştir. İmam Taberı de Mücahid'in bu kelime için "zayi olmak" açıklamasını yaptığını nakletmiştir.

 

باب: { وإذا قال موسى لفتاه لا أبرح حتى أبلغ مجمع البحرين أو أمضي حقبا } /60/: زمانا، وجمعه أحقاب.

2. "BİR VAKİT MUSA GENÇ ADAMINA DEMİŞTİ Kİ: DURUP DİNLENMEYECEĞİM; TA İKİ DENİZİN BİRLEŞTİĞİ YERE KADAR VARACAĞIM, YAHUT SENELERCE YÜRÜYECEĞİM," (Kehf 60) AYETİNİN TEFSİRL

 

حقبا Hukub "zaman" anlamına gelir. Çoğulu ise أحقاب ahkab şeklindedir.

 

حدثنا الحميدي: حدثنا سفيان: حدثنا عمرو بن دينار قال: أخبرني سعيد بن جبير قال: قلت لابن عباس:

 إن نوفا البكالي يزعم أن موسى صاحب الخضر ليس هو موسى صاحب بني إسرائيل، فقال ابن عباس: كذب عدو الله: حدثني أبي بن كعب: أنه سمع رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: (إن موسى قام خطيبا في بني إسرائيل، فسئل: أي الناس أعلم؟ فقال: أنا، فعتب الله عليه إذ لم يرد العلم إليه، فأوحى الله إليه: إن لي عبدا بمجمع البحرين هو أعلم منك، قال موسى: يارب فكيف لي به؟ قال: تأخذ معك حوتا فتجعله في مكتل، فحيثما فقدت الحوت فهو ثم، فأخذ حوتا فجعله في مكتل، ثم انطلق وانطلق معه بفتاه يوشع بن نون، حتى إذا أتيا الصخرة وضعا رؤوسهما فناما، واضطرب الحوت في المكتل فخرج منه فسقط في البحر، فاتخذ سبيله في البحر سربا، وأمسك الله عن الحوت جرية الماء فصار عليه مثل الطاق، فلما استيقظ نسي صاحبه أن يخبره بالحوت، فانطلقا بقية يومهما وليلتهما، حتى إذا كان من الغد قال موسى لفتاه: آتنا غدائنا، لقد لقينا من سفرنا هذا نصبا، قال: ولم يجد موسى النصب حتى جاوزا المكان الذي أمر الله به، فقال له فتاه: أرأيت إذ أوينا إلى الصخرة، فإني نسيت الحوت، وما أنسانيه إلا الشيطان أن أذكره، واتخذ سبيله في البحر عجبا، قال: فكان للحوت سربا، ولموسى ولفتاه عجبا، فقال موسى: ذلك ما كنا نبغي، فارتدا على آثارهما قصصا، قال: رجعا يقصان آثارهما حتى انتهيا إلى الصخرة، فإذا رجل مسجى ثوبا، فسلم عليه موسى، فقال الخضر: وأنى بأرضك السلام، قال: أنا موسى، قال: موسى بني إسرائيل؟ قال: نعم، أتيتك لتعلمني مما علمت رشدا قال: إنك لن تستطيع معي صبرا، يا موسى إني على علم من علم الله علمنيه لا تعلمه أنت، وأنت على علم من علم الله علمكه الله لا أعلمه، فقال موسى: ستجدني إن شاء الله صابرا ولا أعصي لك أمرا، فقال له الخضر: فإن اتبعتني فلا تسألني عن شيء، حتى أحدث لك منه ذكرا، فانطلقا يمشيان على ساحل البحر، فمرت سفينة فكلموهم أن يحملوهم، فعرفوا الخضر فحملوهم بغير نول، فلما ركبا في السفينة، لم يفجأ إلا والخضر قد قلع لوحا من ألواح السفينة بالقدوم، فقال له موسى: قوم حملونا بغير نول عمدت إلى سفينتهم فخرقتها لتغرق أهلها، لقد جئت شيئا إ مرا، قال: ألم أقل إنك لن تستطيع معي صبرا، قال: لا تؤاخذني بما نسيت ولا ترهقني من أمري عسرا، قال: وقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: وكانت الأولى من موسى نسيانا، قال: وجاء عصفور فوقع على حرف السفينة، فنقر في البحر نقرة، فقال له الخضر: ما علمي وعلمك من علم الله، إلا مثل ما نقص هذا العصفور من هذا البحر، ثم خرجا من السفينة، فبينا هما يمشيان على الساحل، إذ أبصر الخضر غلاما يلعب مع الغلمان، فأخذ الخضر رأسه بيده فاقتلعه بيده فقتله، فقال له موسى: أقتلت نفسا زاكية بغير نفس، لقد جئت شيئا نكرا، قال: ألم أقل لك إنك لن تستطيع معي صبرا، قال: وهذا أشد من الأولى، قال: إن سألتك عن شيء بعدها فلا تصاحبني قد بلغت من لدني عذرا، فانطلقا حتى إذا أتيا أهل قرية استطعما أهلها فأبوا أن يضيفوهما، فوجدا فيها جدارا يريد أن ينقض، قال: مائل، فقام الخضر فأقامه بيده، فقال موسى: قوم أتيناهم فلم يطعمونا ولم يضيفونا، لو شئت لا تخذت عليه أجرا، قال: {هذا فراق بيني وبينك - إلى قوله - ذلك تأويل ما لم تسطع عليه صبرا}. فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (وددنا أن موسى كان صبر حتى يقص الله علينا من خبرهما).

قال سعيد بن جبير: فكان ابن عباس يقرأ: وكان أمامهم ملك يأخذ كل سفينة صالحة غصبا. وكان يقرأ: وأما الغلام فكان كافرا وكان أبواه مؤمنين.

 

[-4725-] Said İbn Cübeyr'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: İbn Abbas'a;

 

"Nevfen Bikalı, Hızır ile arkadaşlık eden Musa'nın, İsrailoğullarına Nebi olarak gönderilen Musa olmadığını iddia ediyor," dedim. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: Allah'ın düşmanı yalan söylüyor! Zira Übey İbn Ka'b Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu bana anlattı: Hz. Musa ayağa kalkıp İsrailoğullarına hitap etti. O esnada kendisine "İnsanların en bilgilisi kim?" diye soruldu. O da "Benim," diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah Tedld onu uyardı. Çünkü ["Bunu en iyi Allah bilir," diyerek] bilgiyi Allah'a nispet etmemişti. Sonra Allah Tedld ona; "İki denizin birleştiği yerde bir kulum var. O senden daha bilgilidir, " diye vahyetti. Musa Nebi:

 

"Yd Rabbi ona nasıl ulaşınm?" diye sordu. Allah Tedld da; "Yanına bir balık alırsın. Onu. bir sepete koyarsın. Ne-zaman ki o balığı kaybedersin, işte o kulum oradadır," buyurdu. Bunun üzerine Hz. Musa bir balık aldı. Sonra onu sepete koydu. Ardından yola koyuldu. Onunla birlikte genç yardımcısı Yuşa' İbn Nun da yola çıktı. Nihayet bir kayanın yanına geldiler. Başlarını koyup uyudular. Bu esnada sepetteki balık canlandı ve sepetten çıkıp denize sıçradı ve denizde bir yol tuttu. Allah Tedld suyun akışını balığa dokundurmadı ve su, balığın üstünde bir kemer gibi oldu.

 

Hz. Musa uyanınca yardımcısı balık hakkında ona bilgi vermeyi unuttu. Günün geri kalan kısmında yürümeye devam ettiler. Derken bir sonraki gün oldu. Hz. Musa genç yardımcısına; "Öğle yemeğimizi getir. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi," dedi. -Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

 

Hz. Musa Allah'ın kendisine gitmesini em rettiği yeri geçinceye kadar bir sıkıntı hissetmemişti.- Musa'nın genç yardımcısı: "Gördün mü? O kayanın yanında mola verdiğimizde, ben balığı unutmuşum! Muhakkak ki onu sana söylememi unutturan da şeytandan başkası değildir. Doğrusu balık, çok acayip bir şekilde canlanıp sıyrıldı ve denizde yolunu tutup giti," dedi. -Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Denizde yol tutmak balığa, şaşa kalmak ise Musa ve genç yardımcısına düştü.- Bunun üzerine Hz. Musa: "İşte aradığımız o-idi," dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler. Nihayet kayanın yanına vardılar. Birde ne görsünler! .. Orada tamamen bir elbiseye bürünmüş bir adam var. Hz. Musa ona selam verdi. [Bundan sonra aralarında şu konuşma geçti]

 

Hızır - Yaşadığın bölgede selamın aslı astarı nedir?

 

Hz. Musa - Ben Musa'yım.

 

Hızır - İsrailoğullarının Musa'sı mı?

 

Musa - Evet. Sana öğretilen bilgiden doğruyu bulmama yardımcı olacak bir şeyleri bana öğretmen için geldim.

 

Hızır - Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. Ey Musa! Ben Allah'ın ilminden bana öğrettiği bir bilgiye sahibim. Sen, onu bilmezsin. Sen de Allah'ın sana öğrettiği bir başka ilme sahipsin. Ben de onu bilmem.

 

Musa - Sabrettiğimi göreceksin, sana hiçbir işte karşı çıkmayacağım.

 

Hızır - Eğer bana tabi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!

 

Musa ile Hızır deniz kenarında yürümeye başladılar. Derken biı gemiye rastladılar. Gemidekilerle kendilerini gemiye almaları konusurıda konuştular. Onlar Hızır'ı tanıdılar ve onu ücretsiz olarak gemiye bindirdiler. İkisi birden gemiye binmişti. Çok vakit geçmeden Hızır keserle geminin tahtalarından birini söktü. Hemen Musa: "Adamlar bizi ücretsiz gemiye aldı. Sen ise onların gemilerine kastettin ve yolcuları boğulsun diye gemiyi deldin! Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın," dedi. Bunun üzerine Hızır: "Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?"diye karşılık verdi. Hz. Musa da şöyle dedi: Unuttuğum şeyden dolayı beni kınama; işimde bana güçlük çıkarma!

 

Ravi şöyle demiştir: Hz. Nebi şöyle buyurdu: Bu, Musa'nın ilk unutmasıydı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olayı anlatmaya şöyle devam etti: Sonra bir serçe gelip geminin bir kenarına kondu. Ardından denizden bir yudum su içti. Bunun üzerine Hızır Musa'ya; "Allah'ın ilmi karşısında senin ve benim ilmim, şu serçenin deniz suyundan aldığı miktar kadardır," dedi. Sonra ikisi birden gemiden indiler. Sahilde yürürken Hızır, arkadaşlarıyla oynayan bir çocuk gördü. Sonra onun kafasından tuttu, eliyle kafasını kopardı ve onu öldürdü. Bunun üzerine Hz. Musa: "Ne yaptın? Masum ve günahsız bir canı, kısas hükmü ile bir can karşılığında olmaksızın mı öldürdön? Doğrusu görülmemiş derecede fena bir iş yaptın!" dedi. Hızır da şöyle karşılık verdi: Ben sana, benimle beraber {olacaklara} sabredemezsin, demedim mi?

 

Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Musa'nın bu sorusu, bir öncekine göre daha az mazur görülecek bir husustu. Bundan dolayı o şöyle dedi:

 

Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme. Artık mazeret beyan edemeyecek hale geldim.

 

Hızır ile Musa tekrar yola koyuldular. Sonunda bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Bunun üzerine Hızır kalkıp duvarı eliyle düzeltti. Musa: "Biz bu insanlara geldik. Bize ne yemek verdiler, ne de bizi misafir ettiler. Dileseydin, elbet buna karşılık bir ücret alırdın," dedi. Hızır da:

 

"İşte seninle ayrılmamızın vakti geldi," diye söze başladı ve "İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur, " diyerek sözlerini tamamladı.

 

Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Musa'nın, Allah TenIn'nın bize onların durumunu anlatıncaya kadar sabretmesini isterdik.

 

Said İbn Cübeyr şöyle demiştir: İbn Mes'ud ........... (Çünkü peşlerinde her gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı,) ayetini],

 

..... (Çünkü önlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı,) şeklinde;....(Erkek çocuğa gelince; onun anne-babası, mu’min kimselerdi,) ayetini ise] ....... (Erkek çocuğa gelince, o kafirdi. Anne-babası ise, mümin kimselerdi,) şeklinde okurdu.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

İki denizin birleştiği yerin neresi olduğu konusunda farklı görüşler vardır.

Abdurrezzak, Ma'mer kanalıyla Katade'nin bu konuda şöyle söylediğini nakIetmiştir: "İki deniz ile Fars ve Rum denizleri kastediimiştir. "

 

Bir görüşe göre de iki denizden maksat, Ürdün Denizi ile Kızıldeniz'dir. Muhammed İbn Ka'b Kurazi de bu konuda şöyle demiştir: "İki denizin birleştiği yer, Tanca'dadır." Nitekim Süheyli de buna benzer bir ifade kullanmıştır: "İki deniz, iki denizin birleştiği yerde kesişti."

 

......Hukub "zaman" anlamına gelir. Çoğulu ise "........ahkab şeklindedir,

 

yorumu Ebu Ubeyde'ye aittir. O bu konuda şöyle demiştir: Bu kelimenin tekilinin .........hikbe, çoğulunun da !hıkab olduğu da söylenmiştir. Abdurrezzak, Ma'me; kanalıyla Katade'nin ........hıkab, "zaman" anlamına gelir; İbn Abbas'ın da ..........hikab, "dehr - zaman" anlamına gelir, dediğini nakletmiştir.

 

باب: { فلما بلغا مجمع بينهما نسيا حوتهما فاتخذ سبيله في البحر سربا } /61/.

3. "HER İKİSİ, İKİ DENİZİN BİRLEŞTİĞİ YERE VARINCA BALIKLARINI UNUTTULAR. BALIK, DENİZDE BİR YOL TUTUP GİTMİŞTİ," (Kehf 61) AYETİNİN TEFSİRİ

 

مذهبا، يسرب يسلك، ومنه: { وسارب بالنهار} /الرعد: 10/.

سربا  Seraba "gidilen yol" demektir. يسرب Yesrubu "gidiyor" anlamına gelir. Nitekim " وسارب بالنهار ve saribun bi'n-nehar 'gündüzün yürüyen' ayetinde" de bu manada kÜllanılmıştır.

 

حدثنا إبراهيم بن موسى: أخبرنا هشام بن يوسف: أن ابن جريح أخبرهم قال: أخبرني يعلى بن مسلم وعمرو بن دينار، عن سعيد بن جبير، يزيد أحدهما على صاحبه، وغيرهما قد سمعته يحدثه عن سعيد قال:

 إنا لعند ابن عباس في بيته، إذ قال: سلوني، قلت: أي أبا عباس، جعلني الله فداءك، بالكوفة رجل قاص يقال له نوف، يزعم أنه ليس بموسى بني إسرائيل، أما عمرو فقال لي: قد كذب عدو الله، وأما يعلى فقال لي: قال ابن عباس: حدثني أبي بن كعب قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: (موسى رسول الله عليه السلام، قال: ذكر الناس يوما، حتى إذا فاضت العيون ورقت القلوب ولى، فأدركه رجل فقال: أي رسول الله، هل في الأرض أحد أعلم منك؟ قال: لا، فعتب عليه إذ لم يرد العلم إلى الله، قيل: بلى، قال: أي رب، فأين؟ قال: بمجمع البحرين، قال: أي رب، اجعل لي علما أعلم ذلك به، فقال لي عمرو: قال: حيث يفارقك الحوت، وقال لي يعلى: قال: خذ نونا ميتا، حيث ينفخ فيه الروح، فأخذ حوتا فجعله في مكتل، فقال لفتاه: لا أكلفك إلا أن تخبرني بحيث يفارقك الحوت، قال: ما كلفت كثيرا، فذلك قوله جل ذكره {وإذ قال موسى لفتاه}. يوشع بن نون، - ليست عن سعيد - قال: فبينما هو في ظل صخرة في مكان ثريان، إذ تضرب الحوت وموسى نائم، فقال فتاه: لا أوقظه، حتى إذا استيقظ نسي أن يخبره، وتضرب الحوت حتى دخل البحر، فأمسك الله عنه جرية البحر، حتى كأن أثره في حجر. قال لي عمرو: هكذا كأن أثره في حجر - وحلق بين إبهاميه واللتين تليانهما - لقد لقينا من سفرنا هذا نصبا، قال: قد قطع الله عنك النصب - ليست هذه عن سعيد - أخبره فرجعا، فوجدا خضرا. قال لي عثمان بن أبي سليمان: على طنفسة خضراء على كبد البحر، قال سعيد بن جبير: مسجى بثوبه، قد جعل طرفه تحت رجليه وطرفه تحت رأسه، فسلم عليه موسى فكشف عن وجهه وقال: هل بأرضي من سلام، من أنت: قال: أنا موسى، قال: موسى بني إسرائيل؟ قال: نعم. قال: فما شأنك؟ قال: جئت لتعلمني مما علمت رشدا، قال: أما يكفيك أن التوراة بيديك، وأن الوحي يأتيك؟ يا موسى، إن لي علما لا ينبغي لك أن تعلمه وإن لك علما لا ينبغي لي أن أعلمه، فأخذ طائر بمنقاره من البحر، فقال: والله ما علمي وما علمك في جنب علم الله، إلا كما أخذ هذا الطائر بمنقاره من البحر، حتى إذا ركبا في السفينة وجدا معابر صغارا، تحمل أهل هذا الساحل إلى أهل الساحل الآخر، عرفوه، فقالوا: عبد الله الصالح - قال:

قلنا لسعيد: خضر، قال: نعم - لا نحمله بأجر، فخرقها ووتد فيها وتدا، قال موسى: أخرقتها لتغرق أهلها، لقد جئت شيئا إمرا - قال مجاهد: منكرا - قال: ألم أقل إنك لن تستطيع معي صبرا، كانت الأولى نسيانا، والوسطى شرطا، والثالثة عمدا، قال: لا تؤاخذني بما نسيت ولا ترهقني من أمري عسرا، لقيا غلاما فقتله. قال يعلى: قال سعيد: وجد غلمانا يلعبون، فأخذ غلاما كافرا ظريفا فأضجعه ثم ذبحه بالسكين، قال: أقتلت نفسا زكية بغير نفس - لم تعمل بالحنث، وكان ابن عباس قرأها: زكية زاكية مسلمة، كقولك غلاما زكيا - فانطلقا فوجدا جدارا يريد أن ينقض فأقامه - قال سعيد بيده هكذا، ورفع يده - فاستقام - قال يعلى: حسبت أن سعيدا قال: فمسحه بيده فاستقام - لو شئت لا تخذت عليه أجرا - قال سعيد: أجرا نأكله - وكان وراءهم - وكان أمامهم، قرأها ابن عباس: أمامهم ملك. يزعمون عن غير سعيد: أنه هدد بن بدد، والغلام المقتول اسمه يزعمون جيسور - ملك يأخذ كل سفينة غصبا، فأردت إذا هي مرت به أن يدعها لعيبها، فإذا جاوزوا أصلحوها فانتفعوا بها - ومنهم من يقول سدوها بقارورة، ومنهم من يقول بالقار - كان أبواه مؤمنين وكان كافرا، فخشينا أن يرهقهما طغيانا وكفرا، أن يحملهما حبه على أن يتابعاه على دينه، فأردنا أن يبدلهما ربهما خيرا منه زكاة، لقوله أقتلت نفسا زكية، وأقرب رحما، هما به أرحم منهما بالأول الذي قتل خضر). وزعم غير سعيد: أنهما أبدلا جارية، وأما داوا بن أبي عاصم فقال: عن غير واحد: إنها جارية.

 

[-4726-] Said İbn Cübeyr'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: İbn Abbas'ın evinde onunla birlikte idik. Bize;

 

"Haydi bana sorun" dedi. Ben de; "Ey Abbas'ın babası! Allah beni sana feda etsin. Kufe'de Nevf adında bir kıssacı var. [Hızır ile arkadaşlık eden Musa'nın,] İsrailoğullarına gönderilen Musa Nebi olmadığını iddia ediyor. [Ne dersin?]" diye sordum.

 

[Hadisin ravilerinden İbn Cüreyc,] Amr'ın kendisine İbn Abbas'ın şöyle söylediğini aktardığını belirtmiştir:

 

Allah'ın düşmanı yalan söylemiş!

 

[Hadisin ravilerinden İbn Cüreyc şöyle demiştir:] Ya'la ise bana İbn Abbas'ın şöyle söylediğini aktardı: Übey İbn Ka'b bana Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu anlattı: Allah'ın elçisi olan Musa, bir gün halkına vaaz etti. Vaazın tesirinden dinleyenlerin gözyaşları aktı, kalpler yumuşadı. Sonra dönüp oradan uzaklaştı. Bir adam peşinden yetişti ve "Ey Allah'ın elçisi! Yeryüzünde senden daha bilgili biri var mı?" diye sordu. O da; "Hayır," diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah Tedld onu uyardı. Çünkü ["Bunu en iyi Allah bilir," diyerek] bilgiyi Allah'a nispet etmemişti. Kendisine "Evet, [Senden daha bilgilisi var,] denildi. Hz. Musa: "Yd Rabbi! O nerede?" diye sordu. Hak Tedld: "İki denizin birleştiği yerde," buyurdu. Sonra Musa: "Yd Rabbı, benim için orayı sayesinde bileceğim bir aldmet var et," dedi.

 

[Hadisin ravilerinden İbn Cüreyc şöyle demiştir:] Amr, Allah'ın şöyle buyurduğunu aktardı:

 

"O, balığın sizden ayrılacağı yerde." Ya'la ise bana Allah Teala'nın Musa'ya şöyle buyurduğunu aktardı: "Yanına ölü bir balık al! O kişi, balığın seni terk edeceği yerde." Bunun üzerine Musa bir balık aldı. Ardından onu bir sepete koydu. Genç yardımcısına da; "Seni, sadece bu balığın senin yanından ayrıldığı yeri bana bildirmekle görevlendiriyorum!" dedi. O da; "Bana çok görev vermedin" dedi. Bu olaydan Allah'ın kelamında "Bir vakit Musa genç adamına demişti ki"(Kehf 60) şeklinde bahsedilmiştir. Musa'nın genç yardımcısı Yuşa' İbn Nun idi. [İbn Cüreyc şöyle demiştir:] Hz. Musa'nın genç yardımcısının ismini söylemek, Saıd İbn Cübeyr'den aktarılmamıştır. Musa bir kayanın gölgesinde serin bir yerde uyuyorken balık birden canlandı. Genç yardımcısı "Musa uyanana kadar onu uyandırmayayım," dedi. Sonra ona durumu bildirmeyi unuttu. Balık sıçramaya başladı ve nihayet denize atladı. Allah Tedld da balığın geçtiği yerlerden suyun akışını kesti. Öyle ki balığın izi, taş üzerinde bırakılmış iz gibi görünüyordu. [İbn Cüreyc şöyle demiştir:] Amr "İşte böyle sanki balığın izi taşın üstünde idi," dedi ve baş parmağı ile onun yanındaki iki parmağı birbirine bitiştirdi.

 

Musa: "Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi," dedi. Musa'nın genç yardımcısı ise şöyle söyledi: Allah yorgunluğunu gidersin!

 

[İbn Cüreyc] "Bu ifade Said İbn Cübeyr'den nakledilmemiştir," demiştir. Musa'nın genç yardımcısı balığın hareket edip denize sıçradığını ona haber verdi. Bunun üzerine ikisi birdengeri döndüler ve Hızır ile karşılaştılar. [İbn Cüreyc] şöyle demiştir: Osman İbn Ebi Süleyman bana şöyle dedi: Hızır denizin ortasında bir halının üstünde idi. Said İbn Cübeyr ise şöyle dedi: Hızır bir ucunu ayaklarının, diğer ucunu da başının altına aldığı bir elbiseye bürünmüştü.

 

Musa Hızır'a selam verdi. Bunun üzerine Hızır, yüzünü açtı ve "Benim topraklanmda selam var mı? Sen de kimsin?" diye sordu. Musa: "Ben Musa'yım," diye cevap verdi. Hızır:

 

"İsrailoğullarına Nebi olarak gönderilen Musa mı?" diye sordu.

 

Musa da; "Evet," diye cevap verdi. Hızır: "Ne istiyorsun?" diye sordu. Musa: "Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için geldim," diye cevap verdi. Hızır: "Ey Musa! Tevnjt'ın elinde olması ve sana vahiy gelmesi yetmiyor mu? Benim bir ilmim var. Onu öğrenmek sana düşmez. Senin de bir ilmin var. Bana da onu öğrenmek düşmez," dedi. O esnada bir kuş, gagasıyla denizden bir yudum su içti. Hızır: "Allah'a yemin ederim ki, benim ve senin ilmin Allah'ın ilmi karşısında ancak şu kuşun gagasıyla denizden su almasına benzer," diye ekledi. Nihayet bir gemiye bindiler. Bu sahildeki insanları karşı sahile taşıyan bir çok küçük sandalla karşılaştılar. Gemidekiler onu tanımışlardı. Onun için "Allah'ın salih kulu" demişlerdi. [(Muhtemelen) Ya'lar30 Said İbn Cübeyr'e "Hızır için mi?" diye sorduk. O da "Evet," cevabını verdi. [Gemidekiler] "Onu ücret karşılığında, götürmeyiz," dediler. Ama Hızır, gemiyi deldi ve o deliğe bir kazık soktu. Musa: "Gemiyi, içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın," dedi. Mücahid [ayette geçen 1.;1****--****imren (şaşılacak bir şey) kelimesini] "kötü bir şey" olarak açıklamıştır. Hızır: "Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, _ demedim mi?" dedi.

 

Hz.'Musa'nın ilk sorusu "bir unutma," ikincisi, "bir şart cümlesinin" yansıması, üçüncüsü ise "kasten" olmuştur. Musa: "Unuttuğum şeyden dolayı beni sorumlu tutma ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma," dedi. Derken bir çocukla karşılaştılar. Hızır onu öldürdü. Ya'la şöyle söyledi: Said şöyle anlattı: Hızır oynayan çocuklarla karşılaştı. Ağzı laf yapan ve kafir olan bir çocuğu alıp yere yatırdı. Ardından bıçakla onu boğazladı. Bunun üzerine Musa: "Masum ve günahsız bir canı, kısas hükmü ile bir can karşılığında olmaksızın mı öldürdün?" dedi.

 

İbn Abbas bu ayeti, Müslüman anlamına gelen ..........zakiyyeten şeklinde okumuştur. Bu kelime .......ğulamen zekiyya sözünde olduğu gibi "Müslüman" anlamına gelir.         '

 

Hızır ile Musa yola koyuldu. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır, duvarı doğrulttu. Saıd: "Hızır duvarı eliyle doğrulttu," dedi. Sonra elini kaldırıp duvarın dümdüz olduğunu gösterip "Duvar düzgün hale geldi," diye ekledi. Ya'la da şöyle demiştir: Öyle zannediyorum ki Saıd, şunu dedi: Hızır elini duvara sürdü ve duvar düzgün hale geldi. Bunun üzerine Musa: "Dileseydin buna karşı bir ücret alabilirdin," dedi. Saıd [ayette geçen "ücret" için] "yiyeceğimiz bir karşılık" demiştir. ..............ve kane vraehum "onların önünde" anlamına gelir. Nitekim ıbn Abbas, bu ayeti .............emamehum me lik şeklinde okurdu.

 

Said İbn Cübeyr dışındakiler bu hükümdarın adının Hüded İbn Büded, öldürülen çocuğun adının da "Ceysur" olduğunu iddia etmişlerdir.

 

Hızır şöyle demiştir: Onların önünde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı. Onların, yanına geldiği zaman, kusurundan dolayı gemiye dokunmamalarını istedim. O zorba hükümdarı geçince gemilerini tamir ettiler. Böylece gemi ellerinde kaldı.

 

Ravilerden biri: "Gemiciler, deliği şişe ile kapattılar," bir diğeri: "zift ile kapattılar," demiştir.

 

Hızır şöyle demiştir: "Erkek çocuğa gelince; onun anne-babası, mümin kimselerdi. Ama o çocuk kafirdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından ko rktuk. Anne-babanın çocuklarına karşı besledikleri sevgiden dolayı, din konusunda ona tabi olmasından endişe ettik. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temizini -Hızır bunu, Musa'nın "masum ve günahsız bir canı" sözü üzerine söylemiştir.- ve daha merhametlisini versin. Anne-baba'ya yeni verilecek çocuk, onlara Hızır'ın öldürdüğü ilk çocuktan daha fazla merhamet edecektir."

 

Saıd dışındakiler, bu anne-babaya kız çocuğu verildiğini iddia etmişlerdir.

 

Davud İbn Ebı Asım bir çok kimseden bu anne-babaya verilen çocuğun kız olduğu bilgisini nakletmiştir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

Ebu Ubeyde, ''..............Balık, denizde bir yol tutup gitmişti," ayeti hakkında şöyle demiştir: ....Serab kelimesi, tutulan, gidilen ve ilerlenen yol anlamına gelir. Nitekim bir başka ayette de bu manada kullanılmıştır.

 

[Söz konusu ayet şu şekildedir:] "............ve saribun bi'n-nehar, 'gündüzün yürüyen.'(Ra'd 10)        

 

Ebu Ubeyde "...............ve saribun bi'n-nehar (gündüzün yürüyen)" ayet! hakkın? dajöyle 'deıTI:işti;: Sarib, "yolunu tutmuş kimse" anlamına gelir. ",.............Falanca kişi yürüyüşünde güven içinde oldu," cümlesi ile ".........Falnca ilerledi," cümlesinde de bu manada kullanılmıştır. 

 

İbn Abbas'ın "Haydi bana sorun!" sözü, alimlerin bu tür sözleri söylemesinin caiz olduğunu gösterir. Alim kişi, kendini beğenme hastalığından emin olursa ve ilmin unutulma korkusu gibi bir zaruret de söz konusu olursa bu şekilde sözler sarfedebilir.

 

Abdullah İbn Abbas'ın künyesi, Ebu Abbas'tır. Bu yüzden ona "Ey Abbas'ın babası!" diye hitap edilmiştir.

 

Saıd İbn Cübeyr'in "Allah beni sana feda etsin," sözü, bu tür ifadeleri yasaklayanların aksine, caiz görenler için bir delil niteliğindedir. Bu konunun enine boyuna araştırılması "Kitabu'l-edeb"de yapllacaktır.

 

İnsanlara vaaz edip eskilerin haberlerini anlatan kimselere "kıssacı" denir. Rivayette geçen Amr, Amr İbn Dinar'dır. Onun "Allah'ın düşmanı" ve "yalan söylemiş!" sözleri, kıssacının sözlerini kabul etmekten sakındırmak ve uzaklaştırmak için gösterdiği aşırı hassasiyetinin bir sonucu olarak değerlendirilir. Hızır'a yarenlik eden Musa'nın Hz. Musa olup olmadığı meselesi, daha önce İbn Abbas ile.Hurr İbn Kays Fezzariyy arasında konuşulmuştu. Sonunda ikisi birden bu konuyu Übey İbn Ka'b'a sormuşlardı. Ancak o rivayette İbn Abbas ile Hurr'un tartıştıkları açıkça ifade edilmemiştir. Nitekim bu rivayetin açıklamasi "Kitabu'lilm"de yapılmıştı. 

 

Hadisin "Allah'ın elçisi olan Musa, bir gün halkına vaaz etti. Vaazın tesirinden göz yaşları aktı, kalpler yumuşadl. Sonra dönüp oradan uzaklaştı," bölümü, dinleyenler üzerinde vaazı etkili olan ve bu yüzden dinleyenlerin boyun büküp ağladıklarını fark eden vaizin, insanların bıkmaması için va azını hafifletmesi gerektiğini gösterir.

 

Hadisin "O kişi, balığın seni terk edeceği yerde," bölümü Süfyan'ın Amr'dan yaptığı rivayette şu şekilde daha açık biçimde nakledilmiştir: "Yanına bir balık alırsın. Sonra onu bir sepete koyarsın. Balık seni nerede terk ederse, o kul oradadır." Benzer şekilde Hurr İbn Kays rivayetinde de bu kısım daha açık olarak rivayet edilmiştir: "Musa'ya şöyle dendi: Balığı kaybettiği n zaman, geri dön! Kuşkusuz sen, onunla karşılaşacaksın."

 

Hadisin "balık birden canlandı" bölümünde yer alan ...........tedarrabe (canlandı) "yeryüzünde dolaşmak" anlamına gelen '............darabe fiilinden tefa'ul babında türetilmiş bir kelime olup "hareket etmek" anlamına gelir. Süfyan rivayetinde ise şu şekilde geçmektedir. "Balık sepette hareket etti. Ardından oradan Çıktı. Sonra denize sıçradı. "

 

Süfyan'dan gelen rivayete göre Hz. Musa, Allah'ın kendisine emrettiği yeri geçinceye kadar yorgunluk hissetmemişti.

 

Hadisin "Bunun üzerine ikisi birden geri döndüler ve Hızır ile karşılaştılar," bölümü Süfyan rivayetinde "İşte aradığımız o idi," şeklinde, Nesaı rivayetinde ise "İhtiyacımız olan, oydu," şeklinde geçmektedir. Hz. Musa balık konusunda Allah'ın kendisine söylediklerini hatırlamıştı.

 

Hızır'ın nesebi ve durumu "Kitabu'l-enbiya"da açıklanmıştı.

 

Süfyan rivayetinde "İkisi birden kayaya varınca, bir de ne görsünler! .. Orada bir adam var," şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Davudı bu rivayette hata bulunduğunu, Musa ile genç yardımcısının Hızır ile denizin ortasında bulunan bir adada karşılaştıklarını söylemiştir. Kanaatime göre bu iki rivayet arasında bir çelişki yoktur. Çünkü ilk kastedilen mana şu şekildedir: Musa ile genç yardımcısı, kayaya varınca onu aramaya koyuldular. Sonunda adada onu buldular.

 

Kitabu'l-enbiya'da Ebu Hureyre'den nakledilen merru' bir hadis yer almıştı.

 

O hadiste Hz. Nebi şöyle buyurmuştu: "Hızır'a bu ad verilmiştir. Çünkü beyaz bir yere otururdu. O oturur oturmaz yer yeşerip hayat bulurdu."

 

Müslim'in Ebu İshak'tan naklettiği rivayete göre Hz. Musa, Hızır'a "es-Selamu aleyküm" şeklinde selam vermiş. Bunun üzerine o da yüzünü açıp, "ve aleyküm selam" şeklinde karşılık vermiştir.

 

"Benim topraklarımda selam var mı?" ifadesi Süfyan rivayetinde "Senin topraklarında selam var mı?" şeklinde naklediimiştir: Rivayette geçen .........enna edatı "nerede" ve "nasıl" anlamına gelir. Buradaki soru cümlesi, istib'ad içindir [Hızır'ın selamın verilip-alınmasını uzak gördüğünü gösterir.] Ayrıca bu soru cümlesi, o bölge sakinlerinin henüz Müslüman olmadığına delalet eder. Hızır'ın, Musa'nın selamını aldıktan sonra ona bu soruyu sorduğunu belirterek bu iki rivayet uzlaştırılır.

 

.....Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için geldim, "(Kehf 66) ayetinde geçen .......ruşda kelimesini Ebu Amr iki fethayla .......raşeda şeklinde okumuştur. Diğer kıraat imamlarının tamamı ise, ilk harfini dammeli, ikinci harfini sakin ıjj }ruşda şeklinde ..... okumuşlardır. Çoğunluğa göre, bu iki kelimenin anlamı birdir. Tıpkı .....buhl ve .....bahal (cimrilik) kelimelerinde olduğu gibi. Bir görüşe göre ...........raşeda "din," ........ruşda ise "düzgün bakış açısı" anlamına gelir.

 

Hızır'ın "Benim bir ilmim var. Onu öğrenmek sana düşmez. Senin de bir ilmin var. Bana da onu öğrenmek düşmez," sözü şu anlama gelir: "Benim bir ilmim var. Onun tamamın! öğrenmek sana düşmez. Senin de bir ilmin var. Bana da onun tamamını öğrenmek düşmez." Çünkü Hızır, bir mükellefin mutlaka bilmesi gereken zahir hükmü biliyordu. Hz. Musa da vahiy yoluyla kendisine geldiği kadarıyla batın hükmü biliyordu.

 

Süfyan rivayetinde Hızır'ın sözü "Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin," şeklinde, sabredememenin gelecekte de devam edeceğini gösteren bir sıga ile nakledilmiştir. Çünkü Hızır, Allah'ın kendisine bildirmesiyle, Musa Nebiin din'e aykırı bir durum gördüğü zaman sessiz kalmaya sabredemeyeceğini biliyordu. Zira Hz. Musa'nın ismet sıfatı bunu gerektiriyordu. Bundan dolayı Hz. Musa dini konularda Hızır'a herhangi bir soru yöneltmemişti. Bunun yerine sadece ona verilen ilimdeki dereceyi göreceği olaylara şahit olmak üzere onunla birlikte yürümeye başlamıştı. Hızır'ın "(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?"(Kehf 68) sözü, mukadder bir soruya karşı söylenmiştir. O mukadder soru ise şu şekildedir: "Niçin sabredemeyeceğimi söyledin? Doğrusu bensabır göstereceğim."

 

Hz. Musa, Hızır'a; "İnşailah, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem, "(Kehf 69) demişti. Onun bu sözü üzerine şu yorum yapılmıştır: Hz. Musa sabretme konusunda "inşallah" dedi ve sabır gösterdi. Karşı gelme konusunda ise "inşallah" demedi. İşte bu yüzden ona karşı geldi. Ancak bu görüş tartışmaya açıktır. Öyle anlaşılıyor ki, burada sabırdan maksat, Hızır'a tabi olmak ve onunla birlikte yürümeye vs. katlanmaktır. Yoksa, dını hükümlerin zahirine muhalif meselelerde sessiz kalması anlamına gelmez.

 

Kuşun gagasıyla denizden su aldığına dair bilgi "Kitabu'I-i1m"de geçmişti. İlk anda bu ifadeden, Hızır'ın, Hz. Musa'ya kendi ilimieri hakkında söylediği sözünün hemen peşinden kuşun gagasını denize daldırdığı anlaşılıyor. Süfyan rivayetinde ise, kuşun gagasını geminin delinmesinden sonra suya batırdığı ortaya çıkıyor. Söz konusu rivayetin lafzı şu şekildedir: "Bu, Hz. Musa'nın ilk unutmasıydl. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olayı anlatmaya şöyle devam etti: Sonra bir serçe gelip geminin bir kenarına kondu. Ardından denizden bir yudum su içti." Kuşun gagasıyla denizden su alması, bu rivayette belirtilmeyen bir olaydan sonra olmuştur. Söz konusu olay, Hızır ile Yunus'un gemiye binmesidir. Çünkü gemi lafzı Süfyan rivayetinde açıkça geçmektedir. Bu şekilde iki rivayet uzlaştırılır. İmam Nesai' ise farklı bir senet ile İbn Abbas'ın şöyle söylediğini aktarmıştır: Hızır Hz. Musa'ya; "Bu kuş ne demek istiyor, biliyor musun?" diye sormuş. O: "Hayır," diye cevap verince, şöyle demiştir: "Sizin ikinizin sahip olduğu ilim, Allah'ın ilmi yanında, ancak benim gagamla aldığım suyun bütün denizlere olan oranı kadardır.

 

Hz. Musa şöyle demiştir: "Gemiyi, içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın." Mücahid [ayette geçen I,:,,;Vimren (şaşılacak bir şey) kelimesini] "kötü bir şey" olarak açıklamıştır. Bu konuda İbn Ebi' Hatim, Halid İbn Kays kanalıyla Katade'nin şöyle söylediğini nakletmiştir: J"Vİmr, "şaşılacak bir şey" demektir.

 

İbn Ebi' Hatim'in naklettiği er-Rabi" İbn Enes rivayetinde olayın bu kısmı şu şekilde anlatılmıştır:

 

Musa, Hızır'ın gemide delik açtığını görünce, çok sinirlendi, sinirinden elbisesini bağladı ve ardından "Bu insanlann canına mı kastettin? İlk boğulanın sen olacağını pek yakında anlayacaksın!" Bunun üzerine genç yardımcısı onu; "Verdiğin sözü hatırlasana ... " diyerek uyardı. Daha sonra Hızır yanına gelip; "Ben sana dememiş miydim?" dedi. İşte o esnada Musa'nın aklı başına geldi ve "Beni sorumlu tutma!" dedi. Gemi ve yolculan zorba kraldan kurtulunca Hızır gemi sahibine; "Ben sadece iyiliği hedefledim," dedi. Gemidekiler onun görüşünü takdir ettiler. Allah Teala da Hızır'ın eliyle onlann gemisini onardl.

 

"Ağzı laf yapan ve kafir olan bir çocuğu alıp yere yatırdı," ifadesi Abd İbn Humeyd'in İbn Cüreyc'den naklettiği rivayette "Parlak yüzlü bir çocuğu yere yatırdı, sonra bıçak ile kafasını kesti," şeklinde; Süfyan rivayetinde ise "Kafasından tuttu ve eliyle kafasını kopardı ve onu öldürdü," şeklinde geçmektedir. İmam Buhari"nin bundan bir başlık sonra gelecek rivayetinde ise "kesti" şeklinde aktanlmıştır. Bu rivayetler şu şekilde uzlaştırılır: "Hızır, ilk önce çocuğu kesmiş, ardından da kafasını koparmıştır."

 

Hadisin "Derken yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler," bölümü, Süfyan rivayetinde "Sonunda bir köy halkına varıp" ve Müslim rivayetinde "şirret bir köy halkına" şeklinde geçmektedir.

 

Hadisin "Onların, yanına geldiği zaman kusurundan dolayı gemiye dokunmamalarını istedim," kısmıNesai' rivayetinde şöyle geçmektedir: "Kralın gemiyi almaması için onu kusurlu hale getirdim."

 

Hadisin "Ravilerden biri: 'Gemiciler, deliği şişe ile kapattılar,' bir diğeri: 'zift ile kapattılar,' demiştir," kısmı İmam Müslim'in rivayetinde "gemiyi tahtalarla onardılar," şeklinde geçmektedir. Bunda herhangi bir sorun yoktur.

 

Hadisin "Onun anne-babası, mümin kimselerdi. Ama o kafirdj," kısmı Süfyan rivayetinde şöyle anlatılmıştır: "Çocuk yaratıldığı gün, kafir olarak yaratılmıştır. Anne-babası ise ona merhamet ediyordu."

 

"Said dışındakiler, bu anne-babaya kız çocuğu verildiğini iddia etmişlerdir," sözü İbn Cüreyc'e aittir. Nesai, Ebu İshak ve Said İbn Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'ın şöyle söylediğini nakletmiştir: "Allah Teala onlara, o çocuktan daha hayırlısını verdi. Onlara bir kız evlat bahşetti. Sonra bu kız, Nebilerden. birini doğurdu."

 

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Daha fazla bilgi öğrenmek için hırslı olmak ve bu uğurda yolculuk yapmak müstehaptır.

 

2- Alimlerle buluşmak, bunun için çeşitli sıkıntılara katlanmak ve bu konuda

yardımcılardan destek almak müstehaptır.

 

3- İnsan kendisine bağlı olan birine "FetWgenç" diyebilir.

4- Hür insanlar istihdam edilebilir.

5- Hizmetçi efendisine boyun eğer.

6- Unutan mazur görülür.

7 - Müslüman olmayanlardan hediye kabul edilir.

 

8- Daha önce işaret edilen bir takım karinelere binaen Hızır'ın Nebi olduğu ileri sürülmüştür. Söz konusu karinelerin bir kaçını şu şekilde sıralayabiliriz:

 

a) Hızır'ın "Ben bunları kendiliğimden yapmadım, "(Kehf 82) sözü.

b) Allah'm Nebii Hz. Musa'nm kendisine bir şeyler öğretmesi için ona tabi olması.

c) Hızır'm mutlak olarak Hz. Musa'dan daha bilgili olduğunun ifade edilmesi. d) Hızır'ın, daha sonra açıkladığı gerekçeler yüzünden, bir cana kıyması vs.

 

9- Bazı alimler bu rivayete dayanarak şu sonuçlara ulaşmışlardır ki, bunların hepsi doğrudur.

 

a) İki zarardan hafif olanı tercih edip ağır olanı önlemek caizdir.

 

b) Daha büyük kötülüklere yol açmasından korkarak bir takım kötülüklere karşı sessiz kalmabilir.

 

c) Hayvanlar kilo almaları için iğdiş edilebilir.

 

d) Birbirinden ayırt edebilmek için hayvanların kulakları kesilebilir.

 

e) Yönetici, yetimin bütün malının velisi tarafından yok edilmesini önlemek için bir kısmını ona vererek veli ile uzlaşabilir.

 

Bu şekilde bir takım sonuçlara ulaşmak, ancak ayet ve hadislere aykırı olmayan konularda olabilir.

 

10- Bir çok kimseyi öldürmesinden endişe edilen birinin, birilerini öldürmeden önce katledilmesi caiz değildir. Hızır'ın böyle bir cana kıyması ise, Allah'ın kendisine bildirdiği bir bilgiye göre olmuştur.

 

İbn Battal şöyle demiştir: "Hızır'ın 'çocuğa gelince, o kafirdi,' sözü, gelecekte çocuğun kafir olacağına binaen söylenmiş bir sözdür. Yani bu söz çocuk bulı1ğ çağına gelseydi, kafir olacaktı, anlamına gelir. Böyle bir cana kıymanın müstehab olması, ancak Allah'ın bildirmesi ile öğrenilir. Hak Teala da kulları hakkında bulı1ğdan önce de, sonra da dilediği gibi hükmetme hakkına sahiptir."

 

O dönemin şeriatında bulı1ğa ermemiş ancak mümeyyiz olan çocukların mükellef kabul ediliyor olması da muhtemeldir. Eğer durum böyleyse, ortada bir problem yoktur.

 

11- Kişinin yorulduğunu söylemesi normaldir. Bunun gibi bir hastalıktan veya başka bir nedenden dolayı acı çektiğini söylemesi de normaldir. Ancak bunları söylerken kadere kızmaması gerekir.

 

12- Rabbine yönelen insanlar yardıma mazhar olurlar. Bu yüzden yorgunluk ve açlık hissetmeyebilirler. Allah'tan başkasına yönelenler ise yorgunluk ve açlık hissederler. Nitekim Hz. Musa kıssasında böyle olmuştur. Hz. Musa, Rabbi'nin kendisine belirttiği buluşma noktasına yönelirken Allah'a itaat içinde olduğu için ne yorulmuş, ne yemek istemiş, ne de bir başkasının yarenliğine ihtiyaç duymuştur. Ancak Medyen'e yöneldiği zaman, kendi ihtiyacı için yola çıkmıştı. Bu yüzden açlık hissetmişti. Hızır'a yönelirken de kendi ihtiyacı için yola düşmüştü. Bu yüzden yorulmuş ve açıkmıştı.

 

13- Başkasından yiyecek isternek ve misafir edilmeyi talep etmek caizdir.

 

14- İlk yanılmada insan mazur görülebilir. İkinci yanılma ise kişinin aleyhine delilolur.

 

15- Allah'a karşı edepli olmalıyız. Her ne kadar her şey O'nun takdiri ile gerçekleşse de, çirkin ve kötü kabul edilen sözleri ona nispet etmemeliyiz. Nitekim Hızır gemiden bahsederken "Onu kusurlu kılmak istedim, "(Kehf 79) duvardan bahsederken de; "Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar, "(Kehf 82) demiştir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur: "Hayır Senin elindedir. Şer ise Sana nispet edilmez."

 

باب: {فلما جاوزا قال لفتاه آتنا غدائنا لقد لقينا من سفرنا هذا نصبا. قال أرأيت إذ أوينا إلى الصخرة فإني نسيت الحوت}.      إلى قوله: {عجبا} /62، 63/.

4. "Adam: "Gördün mü! dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti.""(Kehf 63) AYETİNİN TEFSİRİ

 

{صنعا} /104/: عملا. {حولا} /108/: تحولا. {قال ذلك ما كنا نبغ فارتد على آثارهما قصصا} /64/. {إمرا} /71/: و{نكرا} /74/: داهية. {ينقض} /77/: ينقاض كما تنقاض السن.{لتخذت} /77/: واتخذت واحد. {رحما} /81/: من الرحم، وهي أشد مبالغة من الرحمة، ونظن أنه من الرحيم، وتدعى مكة أم رحم، أي الرحمة تنزل بها.

صنعا Sun'a (Kehf 104) "ame!," حولا hivala (Kehf 181108) "ayrılmak" anlamına gelir. Musa: İşte aradığımız o idi, dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler. (Kehf 64 i.:; إمرا İmren (Kehf 71) ve نكرا nukran (Kehf 74) kelimeleri "felaket" anlamına gelir. ينقض  Yenkadda (Kehf 77) ينقاض yenkadu ile aynı anlamındadır. Nitekim, تنقاض tenkadu's-sinnu (diş çıktı) örneğinde olduğu gibi لتخذت Letehizte ile اتخذت ittehazte aynı anlama gelir. رحما Ruhma (Kehf 81) "ruhm" kökünden türemiştir. Bu kelime, mübalağa bakımından "rahmet"ten daha güçlüdür. Kanaatimize göre bu kelime "rahim" kökünden türemiştir. Mekke'ye de kendisine rahmet indiği için أم رحم Ümmü Ruhm denir.

 

 

"KAYAYA SIĞINDIĞIMIZ SIRADA ... "(Kehf 63) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثني قتيبة بن سعيد قال: حدثني سفيان بن عيينة، عن عمرو ابن دينار، عن سعيد بن جبير قال: قلت لابن عباس:

 إن نوفا البالكي يزعم: أن موسى بني إسرائيل ليس بموسى الخضر، فقال: كذب عدو الله. حدثنا أبي بن كعب، عن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: (قام موسى خطيبا في بني إسرائيل، فقيل له: أي الناس أعلم؟ قال: أنا، فعتب الله عليه، إذ لم يرد العلم إليه، وأوحى إليه: بلى، عبد من عبادي بمجمع البحرين، هو أعلم منك. قال: أي رب، كيف السبيل إليه؟ قال: تأخذ حوتا في مكتل، فحيثما فقدت الحوت فاتبعه، قال: فخرج موسى ومعه فتاه يوشع بن نون، ومعهما الحوت، حتى انتهيا إلى الصخرة فنزلا عندها، قال: فوضع موسى رأسه فنام. قال سفيان: وفي حديث غير عمرو قال: وفي أصل الصخرة عين يقال لها الحياة، لا يصيب من مائها شيء إلا حيي، فأصاب الحوت من ماء تلك العين، قال: فتحرك وانسل من المكتل فدخل البحر، فلما استيقظ موسى قال لفتاه: {آتنا غداءنا}. الآية، قال: ولم يجد النصب حتى جاوز ما أمر به، قال له فتاه يوشع بن نون: {أرأيت إذ أوينا إلى الصخرة فإني نسيت الحوت}. الآية، قال: فرجعا يقصان في آثارهما، فوجدا في البحر كالطاق ممر الحوت، فكان لفتاه عجبا وللحوت سربا، قال: فلما انتهيا إلى الصخرة، إذ هما برجل مسجى بثوب، فسلم عليه موسى، قال: وأنى بأرضك السلام، فقال: أنا موسى، قال: موسى بني إسرائيل؟ قال: نعم، قال: هل أتبعك على أن تعلمني مما علمت رشدا. قال له الخضر: يا موسى إنك على علم من علم الله علمكه الله لا أعلمه، وأنا على علم من علم الله علمنيه الله لا تعلمه. قال: بل أتبعك؟ قال: فإن اتبعتني فلا تسألني عن شيء حتى أحدث لك منه ذكرا. فانطلقا يمشيان على الساحل، فمرت بهما سفينة فعرف الخضر، فحملوهم في سفينتهم بغير نول، يقول: بغير أجر، فركبا السفينة. قال: ووقع عصفور على حرف السفينة، فغمس منقاره في البحر، فقال الخضر لموسى: ما علمك وعلمي وعلم الخلائق في علم الله، إلا مقدار ما غمس هذا العصفور منقاره، قال: فلم يفجأ موسى إذ عمد الخضر إلى قدوم فخرق السفينة، فقال له موسى: قوم حملونا بغير نول، عمدت إلى سفينتهم فخرقتها لتغرق أهلها: {لقد جئت} الآية، فانطلقا إذا هما بغلام يلعب مع الغلمان، فأخذ الخضر برأسه فقطعه، قال له موسى: أقتلت نفسا زكية بغير نفس، لقد جئت شيئا نكرا، قال: ألم أقل لك إنك لن تستطيع معي صبرا - إلى قوله - فأبوا أن يضيفوهما فوجدا فيها جدارا يريد أن ينقض، فقال بيده: هكذا فأقامه، فقال له موسى: إنا دخلنا هذه القرية فلم يضيفونا ولم يطعمونا، لو شئت لا تخذت عليه أجر، قال: هذا فراق بيني وبينك، سأنبئك بتأويل ما لم تستطع عليه صبرا. فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: وددنا أن موسى صبر حتى يقص علينا من أمرهما). قال: وكان ابن عباس يقرأ: وكان أمامهم ملك يأخذ كل سفينة صالحة غصبا، وأما الغلام فكان كافرا.

 

[-4727-] Said İbn Cübeyr'den rivayet edildiği ne göre, o şöyle demiştir: İbn Abbas'a; "Nevfen Bekaliy HlZır ile arkadaşlık eden Musa'nın, "srailoğullarına Nebi olarak gönderilen Musa olmadığını iddia ediyor," dedim. Bunun üzerine İbn' Abbas şöyle dedi:

 

Allah'ın düşmanı yalan söylüyor! Zira Übey İbn Ka'b bana Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu anlattı:

 

Hz. Musa ayağa kalkıp İsrailoğullarına hitap etti. O esnada kendisine "İnsanların en bilgilisi kim?" diye soruldu. O da "Benim" diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah Teala onu uyardı. Çünkü ["Bunu en iyi Allah bilir," diyerek] bilgiyi Allah'a nispet etmemişti. Sonra Allah Teala ona; "Evet, iki denizin birleştiği yerde senden daha bilgili bir kulum var," diye vahyetti. Musa Nebi: "Ya Rabbi ona nasıl ulaşınm?" diye sordu. Allah Teala da; "Bir balık alzp sepete koyarsın. Balığı kaybettiği n yerde ona tabi olt" buyurdu. Bunun üzerine Musa yola koyuldu. Onunla birlikte genç yardımcısı Yuşa' İbn Nun da yola çıktı. Balzkları da yanlarındaydı. Nihayet bir kayanın yanına gelip konakladılar. Musa başını koyup uyudu.

 

Süfyan şöyle söyledi: Amr kanalıyla gelen rivayetin dışındaki hadislere göre Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

 

Kayanın dibinde bir su kaynağı vardı. Bu su kaynağına "hayat" adı verilmişti. Bu su neye dokunsa o şey canlanıyordu. Balzğa da bu su kaynağından bir miktar sıçramıştı. Bundan dolayı balzk hareket edip sepetten dışarı sıçradı. Akabinde denize atladı. Musa uyanınca genç yardımcısına; "Kuşluk yemeğimizi getir bize ... "dedi.

 

Musa kendisine emredilen yeri geçinceye kadar bir yorgunluk hissetmemişti.

 

Musa'nın genç yardımcısı Yuşa' İbn Nun: "Gördün mü? Kayaya sığındığımız sırada balzğı unuttum," dedi. Bunun üzerine ikisi birden geri döndüler ve geldikleri yolu izlemeye başladılar. Derken denizde balığın geçtiği yeri hilali andıran bir şekilde buldular. Bu şekil, Musa'nın genç yardımcısı için hayret vericiydi, balık için ise bir yololmuştu.

 

Musa ile yardımcısı kayanın yanına vardıkları zaman, birde ne görsünler, orada bir elbiseye bürünmüş bir adam var. Musa ona selam verdi. Adam: "Yaşadığın bölgede selamın aslz astarı nedir?" diye sordu. Musa: "Ben Musa'yım," dedi.

 

Adam: "İsrailOğullarının Musa'sı mı?" diye sordu. Musa: "Evet," dedi ve "Allah'ın sana öğrettiği bilgiden doğruyu bulmama yardımcı olacak bir şeyleri bana öğretmen için sana tabi olayım mı?" diye sordu. Bunun üzerine Hızır, ona; "Ey Musa! Senin Allah'ın ilminden gelen bir ilmin var. Onu sana Allah öğretti. Ben onu bilmem. Ben de Allah'ın ilminden gelen bir ilme sahibim. Onu da bana Allah öğretti. Sen de onu bilemezsin," dedi.

 

Hz. Musa: "Yine de sana tabi olayım," diye karşılık verdi. Hızır: "Eğer bana tabi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!" dedi. İkisi birden sahilde yürümeye başladılar. Derken bir gemi onlara yaklaştı. Hızır'ı tanımışlardı. Herhangi bir ücret almadan onları gemiye aldılar. Onlar da gemiye bindiler. Bir serçe gelip geminin bir kenarına kondu. Sonra gagasını denize batırdı. Bunun üzerine Hızır, Musa'ya, "Allah'ın ilmi karşısında senin, benim ve tüm insanların ilmi sadece şu serçenin denize batırdığı gagası kadardır, dedi. Musa'nın gemiye binmesinden uzun bir zaman geçmeden Hızır bir keser aldı, yöneldi ve gemiyi deldi. Musa ona; "Bu insanlar bizi ücretsiz olarak gemiye bindirdiler, sen ise onların gemilerine kastettin ve yolcularını boğmak için onu deldin. Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın," dedi. İkisi birden yol almaya devam ettiler. Derken arkadaşlarıyla birlikte oynayan bir) çocuk ile karşılaştılar. Hızır, çocuğun boynunu tutup kesti. Hz. Musa:

 

"Ne yaptın? Masum ve günahsız bir canı, kısas hükmü ile bir can karşılığında olmaksızın mı öldürdün? Doğrusu görülmemiş derecede fena bir iş yaptın!" dedi.

 

Hızır: "Ben sana, benimle beraber (alacaklara) sabredemezsin, demedim mi?" diye karşılık verdi. [Musa: Eğer sana bir daha soracak olursam, bundan böyle benimle hiç arkadaşlık etme! Artık özür dileyemeyecek hale geldim," dedi. Tekrar yola devam ettiler. Nihayet bir şehre varıp o şehir halkından yiyecek istediler, ama ahali bunları misafir etmemekte direndi. Bu sırada Hızır orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördü ve onu düzeltiverdi.] Eliyle şöyle yapıp duvarı düzeltti. Musa:

 

"Bu şehre girdik, insanları bizi ne misafir etti, ne de bize yiyecek verdi. İsteseydin elbette buna karşı iyi bir ücret alabilirdin," dedi. Bunun üzerine Hızır şöyle söyledi: "İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı) mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim."

 

Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem;

 

"Allah onların durumlarını bize anlatıncaya kadar, Musa'nın sabır göstermesini çok arzu ederdik ... " buyurmuştur.

 

Ravi şöyle demiştir:

 

قال: وكان ابن عباس يقرأ: وكان أمامهم ملك يأخذ كل سفينة صالحة غصبا، وأما الغلام فكان كافرا.

 

İbn Abbas .......ayetini ....... şeklinde okurdu. 

 

(4725.hadisin son kısmına bak.)

 

باب: {قل هل ننبئكم بالأخسرين أعمالا} /103/.

5."DE Kİ: SİZE, AMELCE EN ÇOK KAYIPTA BULUNANLARI HABER VERELİM Mİ?"(Kehf 103) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثني محمد بن بشار: حدثنا محمد بن جعفر: حدثنا شعبة، عن عمرو بن مرة، عن مصعب بن سعد قال:

 سألت أبي: {قل هل ننبئكم بالأخسرين أعمالا}. هم الحرورية؟ قال: لا، هم اليهود والنصارى، أما اليهود: فكذبوا محمدا صلى الله عليه وسلم، وأما النصارى: كفروا بالجنة وقالوا: لاطعام فيها ولا شراب، والحرورية: {الذين ينقضون عهد الله من بعد ميثاقه}. وكان سعد يسميهم الفاسقين.

 

[-4727-] Amr İbn Mürre, Mus'ab İbn Sa'dldan şöyle rivayet etmiştir: Babama "De ki: Size, amelce en çok kayıpta bulunanları haber verelim mi?" ayeti ile Harliriyye fırkası mı kastediliyor?" diye sordum. O da şöyle cevap verdi: Hayır. Bu ayette Yahudi ve Hıristiyanlar kastedilmiştir. Yahudiler Hz. Muhammed'in Nebiliğini yalanladılar. Hıristiyanlar ise Cenneti inkar ettiler ve "Orada hiçbir yiyecek ve içecek yoktur," dediler. Harlirller ise "Allah'a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönenlerdir. ")Bakara 27) Sa'd onlar için "fasıklar" derdi.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

İmam Buhari bu başlık altında Mus'ab İbn Said İbn Ebı Vakkas'dan gelen hadisi verdi.

Harliriye "Harura"ya nispet edilmiştir. Burası, Haricilerin ilk kez Hz. Ali'ye karşı ayaklandıkları köydür. İbn Merduye, Husayn İbn Mus'ab'dan şu rivayeti aktarmıştır: "Harliriye fırkası türediği zaman, babama; 'Bunlar Allah'ın haklarında ayet indirdiği'--kimseler mi?' diye sordum." Yine İbn Merduye,' Kasım İbn Ebı Beze ve Ebu't-Tufeyl kanalıyla bu ayet hakkında Hz. Alilnin şöyle söylediğini aktarmıştır: "Öyle zannediyorum ki, bu ayette anlatılanların bir kısmı Harliriye fırkasına mensup olanlardır."

 

Hakim de başka bir senetle Ebu't-Tufeyl'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Hz. Ali şöyle dedi: Bu ayette kastedilenlerin bir kısmı Nehrevan bölgesindeki insanıardır." Hz. Ali bu sözü, Hariciler'in ayaklanmasından önce söylemişti. Bu rivayetin aslı Abdurrezzak'ta bulunmaktadır. Söz konusu rivayetin lafzı ise şu şekildedir: "İbnull-Kevva kalkıp Hz. Ali'nin yanına gitti ve ona 'amelce en çok kayıpta bulunanlar kimdir?' diye sordu. Hz. Ali de şöyle cevap verdi: Yazıklar olsun sana! Onlar, Hanıra halkıdır." Muhtemelen Mus'ab'ın babasına bu konuyu sormasının nedeni budur. Hz. Ali'nin görüşü yabana atılacak türden değiL. Her ne kadar ayet özel bir nedene binaen inse de, lafzı bu manayı da kapsamaktadır.

 

"Harılrıler ise 'Allah'a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönenlerdir, "(Bakara 27) ifadesi İmam Nesaıinin rivayetinde "Harurller ise Allah'ın kendileri hakkında 'Allah'ın riayet edilmesini emrettiği ilişkileri keserler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte bunlar ziyana uğrayanlann ta kendileridir,' buyurduğu kimselerdir," şeklinde geçmektedir. İbn Merduye'nin rivayetinde hadisin son kısmı "İşte bunlar fasıklann ta kendileridir," şeklinde geçmiştir ki, bu yanlıştır. Doğrusu, "İşte bunlar ziyana uğrayan lan n ta kendileridir," ifadesidir.

 

Hakim'in bir rivayetinde şöyle geçmektedir: "Hariciler, yoldan çıkmıştır. Allah da onların kalplerini kaydırmıştır."

 

İbn Merduye'nin, Ebu Avn kanalıyla aktardığı rivayete göre Mus'ab şöyle demiştir: "Haricilerden biri Sa'd'a baktı ve 'Bu, kaHrlerin önderlerinden biridir,' dedi. Sa'd da ona; 'Yalan söylüyorsun! Ben, kafirlerin önderleriyle savaşmış biriyim,' 'diye cevap verdi. Başka biri de onun için, 'Bu, amelce en çok kayıpta bulunanlardan biri,' dedi. Bunun üzerine Sa'd ona: "Yalan söyledin! Bu ayette bahsedilenler Rablerinin ayetlerini inkar eden kimselerdir," dedi.

 

İbnu'l-Cevzi şöyle demiştir: "Haricilerin hüsran - kayıp içinde olmalarının nedeni, bir temele dayanmadan ibadet etmeleri ve bid'atlere sapmalarıdır. Bu yüzden ömürlerini ve amellerini ziyan etmişlerdir."

 

باب: {أولئك الذين كفروا بآيات ربهم ولقائه فحبطت أعمالهم}. الآية/105/.

6. "İŞTE ONLAR, RABLERİNİN AYETLERİNİ VE O'NA KAVUŞMAYI İNKAR EDEN, BU VÜZDEN AMELLERİ BOŞA GİDEN KİMSELERDİR,"(Kehf 105) AYETİNİN TEFSİRİ

 

حدثنا محمد بن عبد الله: حدثنا سعيد بن أبي مريم: أخبرنا المغيرة قال: حدثني أبو الزناد، عن الأعرج، عن أبي هريرة رضي الله عنه، عن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال:

 (إنه ليأتي الرجل العظيم السمين يوم القيامة، لا يزن عند الله جناح بعوضة. وقال: اقرؤوا إن شئتم: {فلا نقيم لهم يوم القيامة وزنا}).

وعن يحيى بن بكير، عن المغيرة بن عبد الرحمن، عن أبي الزناد مثله.

 

[-4729-] Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kesinlikle kıyamet günü şişman ve iriyarz bir adam gelecek. İşte bu adamın, Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar ağırlığı yoktur." Hz. Nebi veya Ebu Hureyre şöyle demiştir:  Ey Müminler! Şu ayeti okuyun: Biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız.(Kehf 15)

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

İbn Merdı1ye'nin bir başka senetle Ebu Hureyre'den naklettiği rivayette adamın sıfatı olarak "uzun, iriyarı, çok yiyen ve çok içen" ifadeleri bulunmaktadır.